Ana içeriğe atla
KÜLTÜR MESELEMİZ VE BİZ III
Günümüz Müslümanlarının kronikleşen hastalığı, rehavetin getirmiş olduğu boş vermişliktir. Bu gün hala Filistin’de, Suriye’de, Arakan’da ve dünyanın bir çok yerinde Müslüman kanı akmaktadır. Bizler, yapılan zulümlere karşı alışmışlık göstererek tepki göstermiyoruz.
Müslüman kanının akmasına seyirci kalan bizler, bu zulmü sıradanlaşmış bir durum görerek, akşam ana haber bültenlerinde, yerde hareketsiz yatan, kanları filtrelenmiş aynı dine mensup olduğumuz çocukları gördükten sonra, vicdanımızın haykıran haklı sesini, birkaç homurdanma ile susturuyoruz. Kudüs’ün çırpınışlarını, Ayasofya’nın sitemlerini göz ardı ederek değerlerimizi, bencilliğimize ve kısır tüketim boyunduruğuna teslim ediyoruz.
Sadece kendimizi düşünerek topluma bir faydamızın olmayacağını, sokakta kısa pantolonu ile oyun oynayan çocuklar dahi bilirken, biz bu gerçeği düşünmek dahi istemeyerek, bencilliğimizi kanıtlamaktayız. Mücadele ruhumuzun kaybolması ile beraber boş vermişliğimiz fikir üretkenliğimizi kısıtlamakta, konformist bir yaşam sürmemizi sağlamaktadır.
Tarafımız olmadan bertaraf olacağımız gerçeğini idrak ederek, adımlarımızı sağlam basmalıyız. İnandığımız düşüncelerimiz fikirleri sahiplenmemiz, büyük bir tutku ile uğrunda mücadele etmemiz gerekmektedir. Bu sahiplenme, beynimizdeki hücrelerin kılcal damarlarına kadar gayemize inandıktan sonra gerçekleşecektir. Tutkumuz ise sahiplenmiş olduğumuz gayemize, verdiğimiz önem ile paraleldir. Ne kadar önemli görürsek gayemizi, tutkumuz o kadar artacaktır.
Bizim, irdelemeyen, fikir üretmeyen, bencil yapımızı gördüklerinde, iştahları kabararak hikayelerden oluşan bir din ortaya çıkartmak adına mücadele veren statükocular, örümcek ağı gibi etrafımızı sarıp, menkıbe ayinlerine katılımı karşılığında cenneti vaat etmişlerdir. Fikirden ve çileden uzaklaştırılmış, kırmızı çizgileri sadece televizyondaki dizilerin saatlerinden ibaret olan hedonist beyinler, bu durumu, sorgulamadan, kabul etmiş durumdadır.
Sloganist kalıplar arasında sıkıştırılmış, ideolojik materyalizmin boyunduruğu altına sokulan bir toplumun bireyleri olarak bizler, üzerine sineklerin inip kalktığı bu çürümüş sistemin diretmelerini sadece, fikir işçiliğinin tulumlarını giyerek önünde durabiliriz. Meydanlara çıkıp birkaç slogan ile maalesef hiçbir zulüm sona ermediğini anlamak zorundayız. Üretmediğimiz ve düşünmediğimiz sürece, gerçek manada mücadele etmiş sayılmayacağız.
Atasoy Müftüoğlu’nun da dediği gibi; Sorgulamayan,analiz etmeyen,üretmeyen,sorumluluk almayan,itiraz etmeyen, hayır demeyen bir insan kadavradır. Evet ! akla veda ettiğimiz gün, tarihe veda ettik.
Kadavralıktan kurtularak bize ruh getiren sorgulamayı, irdelemeyi kazanmış bireyler olarak üreten bir toplum olabilmek adına çalışmalı, tarihsel bilincimizi uyandırmalıyız. Yarının zaferini elde edebilmek için, rehavete kapılmadan anti-seküler bilinçle vakit kaybetmeden hemen mücadeleye başlamalı, bölünmüşlüğü bitirerek daha sağlam ve güçlü adımlar atmalıyız.
Saygı ve selam ile…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YAZAR - ( MI ) SINIZ ? Dilimizden düşmeyen hemen her yerde ve çoğunlukla övünerek kullandığımız “ Global Dünyada ” , kültürel manada geri gidiyoruz. Teknoloji hiç acımadan bizi sıfırlıyor. Paleolitik çağdan bu yana kadar bir kartopu etkisi yaratan, günümüze kadar damla damla birikerek gelen kültürel mirasımızı, teknolojinin tetikçiliğini acımadan ve düşünmeden kabul ederek, yakıyoruz. Günümüzdeki hali almasını bin yıllara borçlu olduğumuz yazı yazma yetimizi kaybediyoruz. Bir takım tuşlara basarak ve sanal olarak gördüğümüz , yazıya, yazı diyebilir miyiz ? Neyse ki kitap sayfalarını hissetmeden, tozlu sayfaların yaşanmışlıklarından kaynaklanan tarihsel kokuyu duymadan da olsa “ okuma “ yeteneğimizi kaybetmediğimize şükreder olduk. O kadar çok yoğunuz ki, planlarımız ve hırslarımız vaktimizden çok daha fazla olduğu için yaşamımızı kolaylaştıracağını düşündüğümüz her yeniliği sorgulamadan, hayatımıza sokuyoruz. Hangi gün hangi saatte ne aradığımızı, hangi düşünceleri savundu...
SAHİP ÇIKMADIĞIMIZ DEĞERLER VE AYASOFYA Beşeri bir aşka tutulduğumuzda sevdiğimiz için nelerden vazgeçmeyi göze almıyoruz ki… Umduğumuzu bulamayıp aşık olduğumuz kişiye sahip olamayınca canımıza kast etme noktasına dahi gelebiliyoruz. Hayatını birleştirmek için ailesinden müsaade istemeye gidip olumsuz bir cevap alındığında peşini bırakmayarak defalarca daha gidiyor ve en sonunda gayri etik durumlara başvuruyoruz.. Bütün olumsuzluklardan sonra acımızı sigarada, alkolde teselli etmeye çalışıyor ve bataklığa doğru hızla gömülüyoruz. Bütün bu mücadeley, tutkuyu, beşeri sevdiğimiz kişiye kavuşamadığımızdan dolayı gösteriyor, sonu olan bir şeyin olumsuzluğunda, acımızı haram yollar ile teskin etmeye çalışsak da başarılı olamıyoruz. Manevi gerçek olan aşka kavuşmak olan mücadelemiz inandığımız ideallerin, dünya nizamının gerçekleşmesi uğruna göstermiş olduğumuz çabamız ve tutkumuzun, beşeri aşka göstermiş olduğumuz mücadelenin yarısı bile olmadığı ortadadır. Ya gerçek olarak kalben sevm...