Ana içeriğe atla
SAHİP ÇIKMADIĞIMIZ DEĞERLER VE AYASOFYA
Beşeri bir aşka tutulduğumuzda sevdiğimiz için nelerden vazgeçmeyi göze almıyoruz ki… Umduğumuzu bulamayıp aşık olduğumuz kişiye sahip olamayınca canımıza kast etme noktasına dahi gelebiliyoruz. Hayatını birleştirmek için ailesinden müsaade istemeye gidip olumsuz bir cevap alındığında peşini bırakmayarak defalarca daha gidiyor ve en sonunda gayri etik durumlara başvuruyoruz.. Bütün olumsuzluklardan sonra acımızı sigarada, alkolde teselli etmeye çalışıyor ve bataklığa doğru hızla gömülüyoruz. Bütün bu mücadeley, tutkuyu, beşeri sevdiğimiz kişiye kavuşamadığımızdan dolayı gösteriyor, sonu olan bir şeyin olumsuzluğunda, acımızı haram yollar ile teskin etmeye çalışsak da başarılı olamıyoruz.
Manevi gerçek olan aşka kavuşmak olan mücadelemiz inandığımız ideallerin, dünya nizamının gerçekleşmesi uğruna göstermiş olduğumuz çabamız ve tutkumuzun, beşeri aşka göstermiş olduğumuz mücadelenin yarısı bile olmadığı ortadadır. Ya gerçek olarak kalben sevmiyoruz davamızı, ideallerimizi, ya da inanmıyoruz bizi biz yapan değerlere.
Rehavete kapıldığımız son yıllarda bir şeylerin yapılmasını ve oluşturulmasını elinde yetki olanlardan bekliyoruz. Bizim için artık mücadele seçim sandığından ibaret olmuş durumdadır. Oysa bugün hala yirmi sekiz şubat mağduru, inançlarından dolayı dört duvar arasında yaşayan dava-daşlarımız bulunmaktadır. Ama biz onların varlığından dahi habersiz görevimizi yapmamızın vicdan rahatlığı ile yaşantımıza devam ediyoruz.
Henüz daha on dört yaşında iken zulme sessiz kalmamak için yapılan yürüyüşe katıldığından dolayı tutuklanıp idama mahkum edilen o küçücük bedeni fakat kocaman yüreği ile sekiz yıl hapis yattıktan sonra nihayet özgürlüğe kavuşan Yakup Köseyi ve daha nice mazlumları hangi birimiz tanıyoruz ? Sadece fikirlerinden, inançlarından dolayı hapishanede zulüm altında olan gaye-daşlarımıza neden sahip çıkmıyoruz ? Müslümanların ilk kıblesi olan Kudüs’ün siyonistler tarafından zapt edilmesine neden seyirci kalıyoruz ? O kadar vurdum duymaz bir hal aldık ki değerlerimiz uğrunda mücadele etmeyi unutur olduk. Meydanlarda boğazımız yırtılırcasına Fatihlerin nesli olduğumuzu bağırırken Sultan Fatihin mirası, mana bakımından İstanbul’un dini simgesi olan Ayasofya’yı boynu bükük kalmasına neden sessiz kalıyoruz?
Bizim bu sessizliğimiz batının iştahını kabartmaktadır, Ayasofya’nın kiliseye dönmesi umuduyla. Oysa Sultan Fatih’in mirası, müze yapılıp hoyrat ellerin sinesine değdiği günden beri boynu bükük selamlamaktadır, kendisini tekrar aynı değeri verecek insanları. Büyük bir heyecan ile beklemektedir minarelerden yükselecek olan huzur dolu ezan sesini. Kardeşi Sultan Ahmet’e imrenerek, kurtulacağı günü umutla beklemektedir.
İstanbul’un Fethi’nin 564. sene-i devriyesini ( 29 Mayıs 1453 ) büyük şölenler ile kutlarken, ecdadımızın mirasına sahip çıkmıyoruz. Peygamber övgüsünü hak etmiş, Sultan Fatih’in, Ayasofya vasiyetnamesinde açıkça belirttiği üzere, vasiyetini yerine getirmek için neyi bekliyoruz ?
Ey İslam'ın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih'in şerefi,
Işıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun? Hani minarelerinden göklere yükselen Ta maveradan gelen ezanlar?...
Hani o ilahi devir, ilahi nizamlar?... Ayasofya ses vermiyor,
Ayasofya bir hoş,
Ayasofya bomboş!... Hani nerede?
Şu muhteşem minberde,
Binlerce erin baş koyduğu şu temiz yerde,
Şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?.( …)
.. Osman Yüksel Serdengeçti Ayasofya şiirinde bütün duygularımıza tercüman olmaya yetiyor doğrusu. Bizler, yüksek standartlı hayatımızda isteklerimizin eksiksiz olmasına alıştırıldık. Ancak, vakti geldiğinde inancımız ve değerlerimiz uğruna her şeyi elimizin tersi ile itip zorlukları göze alamazsak, değerlerimizin gözlerimizin önünde yok olmasına ne yazık ki şahitlik edeceğiz. Sekülerleşen beyinlerimizi bu gerçek ile yüzleştirerek kararımızı vermek zorundayız.
İstanbul’un fethinin 564. Sene-i devriyesini kutluyor ve Özgür,boynu dik, minarelerinden ezan sesi yükselen Ayasofya’ya en yakın zamanda kavuşmayı temenni ediyorum.

Saygı ve selam ile…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YAZAR - ( MI ) SINIZ ? Dilimizden düşmeyen hemen her yerde ve çoğunlukla övünerek kullandığımız “ Global Dünyada ” , kültürel manada geri gidiyoruz. Teknoloji hiç acımadan bizi sıfırlıyor. Paleolitik çağdan bu yana kadar bir kartopu etkisi yaratan, günümüze kadar damla damla birikerek gelen kültürel mirasımızı, teknolojinin tetikçiliğini acımadan ve düşünmeden kabul ederek, yakıyoruz. Günümüzdeki hali almasını bin yıllara borçlu olduğumuz yazı yazma yetimizi kaybediyoruz. Bir takım tuşlara basarak ve sanal olarak gördüğümüz , yazıya, yazı diyebilir miyiz ? Neyse ki kitap sayfalarını hissetmeden, tozlu sayfaların yaşanmışlıklarından kaynaklanan tarihsel kokuyu duymadan da olsa “ okuma “ yeteneğimizi kaybetmediğimize şükreder olduk. O kadar çok yoğunuz ki, planlarımız ve hırslarımız vaktimizden çok daha fazla olduğu için yaşamımızı kolaylaştıracağını düşündüğümüz her yeniliği sorgulamadan, hayatımıza sokuyoruz. Hangi gün hangi saatte ne aradığımızı, hangi düşünceleri savundu...
KÜLTÜR MESELEMİZ VE BİZ III Günümüz Müslümanlarının kronikleşen hastalığı, rehavetin getirmiş olduğu boş vermişliktir. Bu gün hala Filistin’de, Suriye’de, Arakan’da ve dünyanın bir çok yerinde Müslüman kanı akmaktadır. Bizler, yapılan zulümlere karşı alışmışlık göstererek tepki göstermiyoruz. Müslüman kanının akmasına seyirci kalan bizler, bu zulmü sıradanlaşmış bir durum görerek, akşam ana haber bültenlerinde, yerde hareketsiz yatan, kanları filtrelenmiş aynı dine mensup olduğumuz çocukları gördükten sonra, vicdanımızın haykıran haklı sesini, birkaç homurdanma ile susturuyoruz. Kudüs’ün çırpınışlarını, Ayasofya’nın sitemlerini göz ardı ederek değerlerimizi, bencilliğimize ve kısır tüketim boyunduruğuna teslim ediyoruz. Sadece kendimizi düşünerek topluma bir faydamızın olmayacağını, sokakta kısa pantolonu ile oyun oynayan çocuklar dahi bilirken, biz bu gerçeği düşünmek dahi istemeyerek, bencilliğimizi kanıtlamaktayız. Mücadele ruhumuzun kaybolması ile beraber boş vermişliğimiz f...