Ana içeriğe atla
Pandora'dan Anadolu'ya 

Prometheus, Zeusun emirlerini kasten hiçe sayarak, tanrıların ülkesi Olympostan ateşi çalıp , insanlığa hediye etti. Zeus İnsanların eline ateşin geçmesinin kendisine tehlike oluşturacağından korkuyordu.
Çareyi ise ölümlülerin başına musallat edecek sinsi bir planda buldu.Sadece erkeklerden oluşan insanlığa, ölümlü bir kadın yaratacaktı. Zeus, yetenekli bir usta olan oğlu Hephaistos'a,
kilden ve sudan bir kadın oluşturmasını emretti.Tanrıçalardan örnek alınarak yapılan bu ölümlü kadına, en değerli takılar hediye edildi, en güzel kıyafetler giydirildi, çekicilik ve zerafet eklendi.
Birde yanına, içerisinde, hırs, zulüm, keder, hastalık gibi kötülüklerle doldurulmuş kutu verildi. Şiddetle uyarıldı sonra genç ve güzel ölümlü, kutuyu ne olursa olsun asla açmaması adına.
Bu karşı konması güç ve cazibe abidesi kadına ise Pandora ismi konuldu. Tanrıların Elçisi Hermes, Pandora'yı ,İnsanlığa hediye olarak, zeki ve kurnaz Prometheus'un, aksi özelliklerini
taşıyan,Epimetheusa götürdü. Prometheus kardeşini Zeus' dan gelecek hiç bir hediyeyi almaması için defalarca uyarmasına rağmen, Pandoranın büyülü cazibesine kapılıp, onu eş olarak aldı. Kutuda ne olduğundan
habersiz oldukça merak eden Epimetheus ve Pandora, dayanamayıp kutuyu açtıkları gibi fenalık, hırs gibi kötülükler çıkarak karıştı insanlığın arasına. Korkuya kapılan, çift aniden kapattıklarında kutuyu
sadece umut kalmıştı içerisinde. O günden sonra umut, insanların derinliklerine kapalı kalmış bir hevestir. Kadın ise erkeklere verilmiş vaz geçilemeyen, ceza.

Uygarlıklar ya da toplumlar kültürlerini, hayallerini, ideolojilerini ve değerlerini efsaneler ile dile geitrmişlerdir. Anlatılan efsane ise, Avrupa medeniyetinin (!) bel kemiği olan, Yunan kültürünün bir ürünüdür.
Onların, daha düne kadar köle pazarında sattıkları, maddeden farksız gördükleri, kadınları. Bizim ise Yesevi'nin kılıç kuşanıp at binmesini öğrettiği, Devletlerimizin, hanlıklarımızın idarecisi olmasında
sorun görmediğimiz, şiirlerimizde devletlerimizi benzettiğimiz, kadınlarımız.
Geçtiğimiz yüzyıllarda erkeğin, eşini bir eşya gibi satmasını kanunen yasal hale getirerek, kadına verdiği değeri apaçık gözler önüne seren Avrupa, poligamiyi eşitlik kisvesi adı altında süsleyip bize her fırsatta,
gizlice dayatmıştır. Türlü oyunlarla bize üstün gelemeyen aile yapısını yaşatamamış ahlak fukarası batı, gücümüzü birlikten aldığımızı anladıkları gibi, yaratılış özellikleri bakımından, toplayıcı ve bütünleyici olma özelliğine sahip
kadınlarımızı hedef altına almıştır. Aile olgusunun mihenk taşı görevinde bulunduğunu öğrendikleri günden bu zamana kadar, tuzaklarını haince bir nakış gibi iplik iplik işlemiştir hedonist beyinler. Kültürümüzden ve inançlarımızdan
uzaklaştırmak adına annelik gibi önemli ve kutsal görevi bulunan kadınlarımızı hedef altına almışlardır. Maddi doygunluklarımızla güç gösterileri yaparak saygınlık kazandığımız bu çağda, Anadolunun kadınları, geleceğimizin
yapı taşı olan çocuklarımızı eğitirken, inanç ve kültür ekseninin dışına çıktıkları bir gerçektir. Üzerlerinde oynanan oyunların birer yansıması olarak, yetiştirmekte oldukları evlatlarına olan söylemleri; makam ve mevki hırsı ile
sınırlandırılmıştır. Örümcek ağı gibi etrafımızı saran bencil ruhlu,kendi çıkarları doğrultusunda her şeyi yapabilecek, kendi sınırları olmayan insanların çoğalması bu nedenden kaynaklamaktadır. Soyut güzelliklerin ve sahte
renkli hayatların merkezi olarak tanıtılan batıya olan düşkünlüğümüz, bin yıllardır mayalanan bu topraklara yapılmış en büyük ihanettir.

Kelime anlamı ile güneşin doğduğu yer anlamına gelen Anadolu, kendi öz ruhunu arar duruma gelmiştir. Sütçü İmamların, Kara Fatmaların annelerini, bağrında yetiştiren bu coğrafya, yeni bir doğuma gebedir. Her doğumun
sancılı olduğu gibi bu yeniden var oluş kavgasında acılarımızı duymadan geleceğimize bakacağız ve batının bizi soktuğu süslü kalıpları yırtarak kanla, fikirle yoğurulmuş toprakların vasiyetini yerine getireceğiz. Göreceğiz ki
yeni doğan güneşle beraber, Yunuslar Nene Hatunlar tekrar boy gösterecek, topraklarımızda...

Anadoludur bizim kadınlarımız,
Harp nizamına alışagelmiş ruhları,
Zengin ve İtaatkar...
Yürekleri firar bilmeyen isyancı.
Bozkırın derin ve çıkmaz sokakları
vardır ellerinde.
Uzun yolculuğun yorgunluğu belirir
Mutlu sona ulaşmayan öykülerinde.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YAZAR - ( MI ) SINIZ ? Dilimizden düşmeyen hemen her yerde ve çoğunlukla övünerek kullandığımız “ Global Dünyada ” , kültürel manada geri gidiyoruz. Teknoloji hiç acımadan bizi sıfırlıyor. Paleolitik çağdan bu yana kadar bir kartopu etkisi yaratan, günümüze kadar damla damla birikerek gelen kültürel mirasımızı, teknolojinin tetikçiliğini acımadan ve düşünmeden kabul ederek, yakıyoruz. Günümüzdeki hali almasını bin yıllara borçlu olduğumuz yazı yazma yetimizi kaybediyoruz. Bir takım tuşlara basarak ve sanal olarak gördüğümüz , yazıya, yazı diyebilir miyiz ? Neyse ki kitap sayfalarını hissetmeden, tozlu sayfaların yaşanmışlıklarından kaynaklanan tarihsel kokuyu duymadan da olsa “ okuma “ yeteneğimizi kaybetmediğimize şükreder olduk. O kadar çok yoğunuz ki, planlarımız ve hırslarımız vaktimizden çok daha fazla olduğu için yaşamımızı kolaylaştıracağını düşündüğümüz her yeniliği sorgulamadan, hayatımıza sokuyoruz. Hangi gün hangi saatte ne aradığımızı, hangi düşünceleri savundu...
KÜLTÜR MESELEMİZ VE BİZ III Günümüz Müslümanlarının kronikleşen hastalığı, rehavetin getirmiş olduğu boş vermişliktir. Bu gün hala Filistin’de, Suriye’de, Arakan’da ve dünyanın bir çok yerinde Müslüman kanı akmaktadır. Bizler, yapılan zulümlere karşı alışmışlık göstererek tepki göstermiyoruz. Müslüman kanının akmasına seyirci kalan bizler, bu zulmü sıradanlaşmış bir durum görerek, akşam ana haber bültenlerinde, yerde hareketsiz yatan, kanları filtrelenmiş aynı dine mensup olduğumuz çocukları gördükten sonra, vicdanımızın haykıran haklı sesini, birkaç homurdanma ile susturuyoruz. Kudüs’ün çırpınışlarını, Ayasofya’nın sitemlerini göz ardı ederek değerlerimizi, bencilliğimize ve kısır tüketim boyunduruğuna teslim ediyoruz. Sadece kendimizi düşünerek topluma bir faydamızın olmayacağını, sokakta kısa pantolonu ile oyun oynayan çocuklar dahi bilirken, biz bu gerçeği düşünmek dahi istemeyerek, bencilliğimizi kanıtlamaktayız. Mücadele ruhumuzun kaybolması ile beraber boş vermişliğimiz f...
SAHİP ÇIKMADIĞIMIZ DEĞERLER VE AYASOFYA Beşeri bir aşka tutulduğumuzda sevdiğimiz için nelerden vazgeçmeyi göze almıyoruz ki… Umduğumuzu bulamayıp aşık olduğumuz kişiye sahip olamayınca canımıza kast etme noktasına dahi gelebiliyoruz. Hayatını birleştirmek için ailesinden müsaade istemeye gidip olumsuz bir cevap alındığında peşini bırakmayarak defalarca daha gidiyor ve en sonunda gayri etik durumlara başvuruyoruz.. Bütün olumsuzluklardan sonra acımızı sigarada, alkolde teselli etmeye çalışıyor ve bataklığa doğru hızla gömülüyoruz. Bütün bu mücadeley, tutkuyu, beşeri sevdiğimiz kişiye kavuşamadığımızdan dolayı gösteriyor, sonu olan bir şeyin olumsuzluğunda, acımızı haram yollar ile teskin etmeye çalışsak da başarılı olamıyoruz. Manevi gerçek olan aşka kavuşmak olan mücadelemiz inandığımız ideallerin, dünya nizamının gerçekleşmesi uğruna göstermiş olduğumuz çabamız ve tutkumuzun, beşeri aşka göstermiş olduğumuz mücadelenin yarısı bile olmadığı ortadadır. Ya gerçek olarak kalben sevm...