Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
Rant Pisliği  Yerine getirmiş olduğumuz ibadetleri, yardımları ne için yaptığımızı sorgulamadan uyguluyoruz. Kendi benliğimizi, duygularımızı tahmin ederken, aynı zamanda da kendimizden kademe olarak yüksekte olan siyasetçilerin yada bürokratların gözüne sokarak yapış olduğumuz “ insani ” faaliyetlerimize rant pisliğini karıştırarak elimize, yüzümüze sürüyoruz. Yardıma muhtaç bir aileye yaptığımız yardımdan başlayarak aile bireylerinin hepsini büyük boy fotoğraflarla sosyal medyada ifşa ederken onların duygularını hiçe sayarak siyasi büyüklerimizden gelecek olan tebrikleri bekler olduk. Yardımda bulunduğumuz kişilerin insan olduklarını ve bizler gibi duygu taşıdıklarını düşünmeden beynimizi ve fikrimizi sekülerizme satarak insanlıktan çıkma eşiğine geliyoruz. Vakti ve zamanı geldiğinde hiç beklenmedik bir tavırla kendi çıkarları için her türlü çirkinliği gösterebilecek çirkinliği gösterebilme potansiyeline sahip olan bizler, terfi çöllerinde susuzluktan ölmemek için kana kan...
YENİ DÖNEM TİCARETHANELERİ; VAKIFLAR, DERNEKLER ve SENDİKALAR. Hizmetin gelecekte de yapılması amacıyla kurulmuş olan bazı vakıflar asli yapısından vazgeçip kendilerini ve kurumlarını siyasete meta yapmaya çalışmaktadır. Dar düşüncelerin ve dar görüşlerin neticesi olan bu durum kendilerinden daha çok bulundukları ve temsil ettikleri kurum ve kuruluşlara zarar vermektedir. Olabilecek en sade anlamı ile “ hayır kurumu “ maksadını barındıran bazı vakıflar, kendi çıkarları uğruna topluma hayır sağlamaktan daha çok hayrı kendilerine çevirmişlerdir. Geçimini İslami hassasiyete sahip olan iş adamlarından yada hükümetten sağladı için, bıraktığı sakalıyla spot ışıkların altında, vakfın parası ile lüks mekanlarda poz vermekten ibaret sayan günümüz vakıf temsilcilerinin bir kısmının kendilerini hayra ve fikre vakfetmediğini anlamak zorundayız. Gayesi  kazanç ve kar gütmeden hizmet  vermek, toplumu bilinçlendirmek olan derneklerin durumunun vakıflardan daha vahim olduğunu söylersek, ...
Betonların İçinde Yetişen Çiçekler İlk tarih bilgilerimizi ailemizden alırken ne kadar da mutluyduk. Anlatılan efsanelerin içinde yaşar, Sütçü İmamın yerine kendimizi koyar, ‘ Ya Allah ’ derken Seyit Çavuş olur o ağır mermiyi biz kaldırırdık. Daha sonrasında zamanla beraber, biz büyürken, tarih konularımız da büyüdü elbette ki. Kanımızın deli aktığı çağlarda seksen ihtilali öncesi ülkemizde yaşanan karışıklığı dinler olduk. Hele ki siyasi bir büyüğünüz varsa yaşadığınız evde dinlememeniz mümkün değildir bu kafa karıştıran ama ruh kokan anıları. Kardeşin kardeşi vurmasını anlayamamış olsa da o küçük yüreğümiz, yine de kendimizi siyasi fırtanın içinde hisseder mücadele ruhunu doyasıya yaşama arzusu belirirdi içimizde. Mücadele tohumunu büyütüp filize erdirmek için kitaplarla besledik delikanlılaşmaya başlayan yüreğimizi. İlk filizini vermesinin sevincini yaşarken, kendi inandığımız dava kuruluşlarında bulduk kendimizi. Samimiyetimizin ışığında temiz duygularımızla yol aldık mücadele r...
ENGEL-LER Baharın gelmesi ile beraber, doğa yeşil örtüsünü giydi. Kahvaltımızı, kuşların neşeli cıvıltıları içerisinde yapar olduk. Havanın sıcaklığını tahmin edemediğimizden dolayı üzerimize ne giyeceğimiz konusunda kararsız kalsak da eş-dostla beraber, ikindi serinliğinde yürüyerek sohbet etmek, ayrı bir his doğrusu. Baharı hücrelerimize kadar hissetmek, mutluluk katıyor insana. Canlanan doğa bize de can katarken, tüm asaleti ile doğan sabah güneşini göremeyenler var. Dünyaları hep karanlık, onların. Doğanın sevinç çığlıklarını, hayatlarında en çok değer verdikleri insanların sesini duyamayanlar, gökte nizami dizilmiş olan yıldızların altında bir kez olsun yürüyemeyenler var, yaşadığımız Dünyada. Engellerin farkında olup, onları anlamaya çalışsak da, başarılı olamıyoruz. Yanlarındayken kelimelerimize dahi dikkat etmiyoruz. Pervasızca akıp gidiyor ağzımızdan cümleler. Kalplerindeki buhranı, ruhlarındaki sızıyı bir nebze olsun dindirmeyi bile beceremiyoruz. Engellerine aldırmadan,...
İslam Kelimesinin Yüceliği  Günümüzde, Müslümanların duygularını sömürmek ve bizlere “ cici “ görünmek adına açılan ticari, siyasi, toplumsal, kısaca beşeri kuruluşların başına veya sonrasına “ İslam “ adı getirildiğine hepimiz şahit olmaktayız. Bu durumun getirisinin var olup olmadığını bilmiyoruz ama götürüsüne bakmamız gerekmektedir. Her şeyi bir kenara bıraksak bile İslamofobinin ayyuka çıktığı konjonktürel yapıda bu kurum ve kuruluşların yaptığı en küçük bir hatada, yara alacak olan, kuruluştan daha çok “ İslam “ kelimesi olacaktır. Trajikomik olan ise inancımızın haram kıldığı faaliyetleri uygulayarak, bu kutsal ve mukaddes kelimeyi kullanmalarıdır. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim de faizi yasakladığı, haram kıldığı halde, bir şekilde kılıfına uydurarak, çeşitli kelimeler, akıl oyunları ile “ İslam Bankası “ gibi birbirine zıt iki ismi bir araya getirerek, biz Müslümanları bataklığa itmektedirler. Duygu sömürüsünü ve bizleri nasıl kandıracaklarını yüzyıllardan beri çok iyi teş...
KAYBOLAN KÜLTÜRÜMÜZ Saygı eksenli renkli etnik kültürümüzü, bencilliği empoze eden ve dünyevi azgınlıkların tümüne müsaade veren kültüre  tercih  ediyoruz. Bin yıllardır gücünü kültür, örf ve inançlarından alan milletimiz, kendi değerlerini önemsiz görerek yada gerekli değeri göstermeyerek gözlerini batıya doğru çevirmektedir. Buyrukları sorgulamadan, üzerinde bir fikir üretmeden, irdelemeden yerine getiren toplumumuz, eski çağlardan günümüze kadar birikerek gelen öz benliğimizi, acımasız seküler sistemin boyunduruğuna kendi elleriyle teslim etmektedir.  Konformistleşen toplumumuz bizi birleştirici ve bir yapan değerlerimize sahip çıkmamaktadır. Çeşitli dayatmalara direnç gösteremeyen toplumumuz bu algıların birer esiri olduğu gerçeği ortadadır. Sefere çıktıklarında bağ ve bahçelerden geçerken binlerce askerin bir tanesinin heybesinden dahi haram çıkmayan Yavuzun ve ordusunun ruhunu, Fatih Sultan Mehmet’in inancını, Kür-Şad ve Çerilerinin kararlılığını, sosyo-gen...
KÜLTÜR MESELEMİZ VE BİZ - II Kendinizi, bir giyim mağazasında dolaşırken düşünün. Dans edercesine uyumlulukları olan renklerin cümbüşü başınızı döndürürken rafların üzerinde duran bir pantolon ilişiyor gözünüze. Yanına gidip incelediğinizde, diğerlerine göre daha değişik ve hayatınız boyunca hiç giymediğiniz tasarımda bir pantolon olduğunu görüyorsunuz. Hızla kendinize uygun olan bedenini arıyorsunuz fakat bulamıyorsunuz. Size değişik gelen ve hayalinizde kendinize çok yakıştırdığınız bu pantolona sahip olma isteğinizi dizginleyemeyerek, bir beden küçüğünü elinize aldığınız gibi deneme kabinine gidiyorsunuz. Uzun uğraşların ardından zor sığabildiğiniz bu pantolonu değişik görünmek ve modaya uymak adına, her giydiğinizde rahatsız olmayı göze alarak, satın alıyorsunuz. Yıllardır toplum olarak yaptığımız tam olarak da bu değil mi? Bizim bedenimize uygun olarak özel dikilmiş kültürümüzü reddederek, bize uygun olmayan batının kültürünü, acı çekerek ve zorlayarak giymeye çalışıyoruz. Fa...
KÜLTÜR MESELEMİZ VE BİZ III Günümüz Müslümanlarının kronikleşen hastalığı, rehavetin getirmiş olduğu boş vermişliktir. Bu gün hala Filistin’de, Suriye’de, Arakan’da ve dünyanın bir çok yerinde Müslüman kanı akmaktadır. Bizler, yapılan zulümlere karşı alışmışlık göstererek tepki göstermiyoruz. Müslüman kanının akmasına seyirci kalan bizler, bu zulmü sıradanlaşmış bir durum görerek, akşam ana haber bültenlerinde, yerde hareketsiz yatan, kanları filtrelenmiş aynı dine mensup olduğumuz çocukları gördükten sonra, vicdanımızın haykıran haklı sesini, birkaç homurdanma ile susturuyoruz. Kudüs’ün çırpınışlarını, Ayasofya’nın sitemlerini göz ardı ederek değerlerimizi, bencilliğimize ve kısır tüketim boyunduruğuna teslim ediyoruz. Sadece kendimizi düşünerek topluma bir faydamızın olmayacağını, sokakta kısa pantolonu ile oyun oynayan çocuklar dahi bilirken, biz bu gerçeği düşünmek dahi istemeyerek, bencilliğimizi kanıtlamaktayız. Mücadele ruhumuzun kaybolması ile beraber boş vermişliğimiz f...
Pandora'dan Anadolu'ya  Prometheus, Zeusun emirlerini kasten hiçe sayarak, tanrıların ülkesi Olympostan ateşi çalıp , insanlığa hediye etti. Zeus İnsanların eline ateşin geçmesinin kendisine tehlike oluşturacağından korkuyordu. Çareyi ise ölümlülerin başına musallat edecek sinsi bir planda buldu.Sadece erkeklerden oluşan insanlığa, ölümlü bir kadın yaratacaktı. Zeus, yetenekli bir usta olan oğlu Hephaistos'a, kilden ve sudan bir kadın oluşturmasını emretti.Tanrıçalardan örnek alınarak yapılan bu ölümlü kadına, en değerli takılar hediye edildi, en güzel kıyafetler giydirildi, çekicilik ve zerafet eklendi. Birde yanına, içerisinde, hırs, zulüm, keder, hastalık gibi kötülüklerle doldurulmuş kutu verildi. Şiddetle uyarıldı sonra genç ve güzel ölümlü, kutuyu ne olursa olsun asla açmaması adına. Bu karşı konması güç ve cazibe abidesi kadına ise Pandora ismi konuldu. Tanrıların Elçisi Hermes, Pandora'yı ,İnsanlığa hediye olarak, zeki ve kurnaz Prometheus'un, a...
SAHİP ÇIKMADIĞIMIZ DEĞERLER VE AYASOFYA Beşeri bir aşka tutulduğumuzda sevdiğimiz için nelerden vazgeçmeyi göze almıyoruz ki… Umduğumuzu bulamayıp aşık olduğumuz kişiye sahip olamayınca canımıza kast etme noktasına dahi gelebiliyoruz. Hayatını birleştirmek için ailesinden müsaade istemeye gidip olumsuz bir cevap alındığında peşini bırakmayarak defalarca daha gidiyor ve en sonunda gayri etik durumlara başvuruyoruz.. Bütün olumsuzluklardan sonra acımızı sigarada, alkolde teselli etmeye çalışıyor ve bataklığa doğru hızla gömülüyoruz. Bütün bu mücadeley, tutkuyu, beşeri sevdiğimiz kişiye kavuşamadığımızdan dolayı gösteriyor, sonu olan bir şeyin olumsuzluğunda, acımızı haram yollar ile teskin etmeye çalışsak da başarılı olamıyoruz. Manevi gerçek olan aşka kavuşmak olan mücadelemiz inandığımız ideallerin, dünya nizamının gerçekleşmesi uğruna göstermiş olduğumuz çabamız ve tutkumuzun, beşeri aşka göstermiş olduğumuz mücadelenin yarısı bile olmadığı ortadadır. Ya gerçek olarak kalben sevm...
YAZAR - ( MI ) SINIZ ? Dilimizden düşmeyen hemen her yerde ve çoğunlukla övünerek kullandığımız “ Global Dünyada ” , kültürel manada geri gidiyoruz. Teknoloji hiç acımadan bizi sıfırlıyor. Paleolitik çağdan bu yana kadar bir kartopu etkisi yaratan, günümüze kadar damla damla birikerek gelen kültürel mirasımızı, teknolojinin tetikçiliğini acımadan ve düşünmeden kabul ederek, yakıyoruz. Günümüzdeki hali almasını bin yıllara borçlu olduğumuz yazı yazma yetimizi kaybediyoruz. Bir takım tuşlara basarak ve sanal olarak gördüğümüz , yazıya, yazı diyebilir miyiz ? Neyse ki kitap sayfalarını hissetmeden, tozlu sayfaların yaşanmışlıklarından kaynaklanan tarihsel kokuyu duymadan da olsa “ okuma “ yeteneğimizi kaybetmediğimize şükreder olduk. O kadar çok yoğunuz ki, planlarımız ve hırslarımız vaktimizden çok daha fazla olduğu için yaşamımızı kolaylaştıracağını düşündüğümüz her yeniliği sorgulamadan, hayatımıza sokuyoruz. Hangi gün hangi saatte ne aradığımızı, hangi düşünceleri savundu...
( Sadece ) Adalet !  Bugün hemen hepimizin en büyük isteklerinden birisi de “ adil “ bir yaşamdır. “ İnsan “ olma özelliğimizin en büyük göstergesidir, adalet kavramı. Henüz daha yeni yürümeye başladığımız yıllarda dahi bu kavramın yüceliğine inanır, adaleti o küçücük yüreğimizde yaşatırız. Öğrencilik yıllarımızda bile adalet kavramını arkadaşlarımıza kopya vererek –ki her ne kadar yanlış olduğunu bilsek de- yaşatmaya çalışırız . Belki de bu yüzdendir Adalet’in en önemli ve en büyük simgesel devleti haline gelmiş olan Osmanlı İmparatorluğu’na olan hasretimiz. İnsanların haklarını en ince çizgisine kadar koruyacak bir adil devlet arayışındandır belki de. Ya da, yıllardır baş eğdiği ve kanının son damlasını akıtmaktan onur duyacağı bu toprakların sahibi devletinin, hak ve hukuku yerine teslim etmesidir tek isteği. Geçtiğimiz günlerde kızına tecavüz ederek hamile bırakan, insan kılıklı haysiyet duygularından arınmış ve sadece hayvansal ihtiyaçlarını ön planda tutan mahlukatı, öld...